Warning: Undefined array key 1 in /home/alakusak/public_html/wp-content/plugins/visitors-online/visitors-online.php on line 505

Warning: Undefined array key 2 in /home/alakusak/public_html/wp-content/plugins/visitors-online/visitors-online.php on line 505
41. Fussilet Suresi – Kelgin & Alakuşak

41. Fussilet Suresi

41. Fussilet Suresi

 

Rahmân ve Rahîm (olan) Allah’ın adıyla.

1. Hâ. Mîm. (bkz. 2/1)
2. (Kur’an) Rahmân ve Rahîm olan Allah katından indirilmiştir.
3. (Bu,) bilen bir kavim için, âyetleri Arapça okunarak açıklanmış bir kitaptır.
4. Bu kitap müjdeleyici ve uyarıcıdır. Fakat onların çoğu yüz çevirdi. Artık dinlemezler.

3. ayette geçen “fussılet” (açıklanmıştır) kelimesi şu şekillerde izah edilmiştir. a) Kur’an’ın hükümleri, kıssaları, mev’izeleri açıkça beyan buyurulmuştur. b) Lafzı itibariyle fasılaları, surelerin evvel ve ahirleri ayırdedilmiştir. c) Manası itibariyle vaadleri, tehditleri, kıssaları, hükümleri, misalleri, öğütleri… ayrı ayrı belirtilerek açıklığa kavuşturulmuştur.

5. Ve dediler ki: Bizi çağırdığın şeye karşı kalplerimiz kapalıdır. Kulaklarımızda da bir ağırlık vardır. Bizimle senin aranda bir perde bulunmaktadır. Onun için sen (istediğini) yap, biz de yapmaktayız!

Kureyş, bu sözleriyle Kur’an’ın dinlemekten kaçınarak, Hz. Peygamber’le aralarındaki din ihtilafını açığa vuruyor ve Allah’ın Resulü Kur’an okuyup Allah’a çağırdığı zaman kendisiyle alay ediyordu.

6. De ki: Ben de ancak sizin gibi bir insanım. Bana ilâhınızın bir tek İlâh olduğu vahy olunuyor. Artık O’na yönelin, O’ndan mağfiret dileyin. Ortak koşanların vay haline!

“Allah’a yönelme” iman, itaat, tevhid, ibadet ve ihlasla mümkündür. Aynı zamanda, şeytanın telkinlerine uymamak, Allah’ı bırakıp başka dost ve uydurma şefaatçılar edinmemek, Allah’a yönelmenin temel şartlarıdır.

7. Onlar zekâtı vermezler; ahireti inkâr edenler de onlardır.
8. Şüphesiz iman edip iyi iş yapanlar için tükenmeyen bir mükâfat vardır.
9. De ki: Gerçekten siz, yeri iki günde yaratanı inkâr edip O’na ortaklar mı koşuyorsunuz? O, âlemlerin Rabbidir.
10. O, yeryüzüne sabit dağlar yerleştirdi. Orada bereketler yarattı ve orada tam dört günde isteyenler için fark gözetmeden gıdalar takdir etti.
11. Sonra duman halinde olan göğe yöneldi, ona ve yerküreye: İsteyerek veya istemeyerek, gelin! dedi. İkisi de “İsteyerek geldik” dediler.

Cenab-ı Hakk’ın “yer ve gökten istediği”, her ikisinin de kendilerine yüklenen görevlerin gereğini yerine getirmeleridir.

12. Böylece onları, iki günde yedi gök olarak yarattı ve her göğe görevini vahyetti. Ve biz, yakın semâyı kandillerle donattık, bozulmaktan da koruduk. İşte bu, azîz, alîm Allah’ın takdiridir.

Her göğe görevinin vahyedilmesi, meleklerin, yıldızların ve diğer gök cisimlerinin, yaratılmak suretiyle her birine işlerinin bildirilmesidir.

13. Eğer onlar yüz çevirirlerse de ki: İşte sizi Ad ve Semûd’un başına gelen kasırgaya benzer bir kasırgaya karşı uyarıyorum!
14. Peygamberler onlara: Önlerinden ve arkalarından gelerek Allah’tan başkasına kulluk etmeyin, dedikleri zaman, “Rabbimiz dileseydi elbette melekler indirirdi. Onun için biz sizinle gönderilen şeyleri inkâr ediyoruz” demişlerdi.

Bu kavimlere her devirde peygamberler gönderildiği ve peygamberlerin onlarla yakından ilgilendiği anlaşılmaktadır.

15. Ad kavmine gelince, yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar ve: Bizden daha kuvvetli kim var? dediler. Onlar kendilerini yaratan Allah’ın, onlardan daha kuvvetli olduğunu görmediler mi? Onlar bizim âyetlerimizi (mucizelerimizi) inkâr ediyorlardı.
16. Bundan dolayı biz de onlara dünya hayatında zillet azâbını tattırmak için o uğursuz günlerde soğuk bir rüzgâr gönderdik. Ahiret azabı elbette daha çok rüsvay edicidir. Onlara yardım da edilmez.

“Uğursuz günler” gönderilen şiddetli fırtınanın ardı arası kesilmeden devam ettiği ve bu yüzden kavmin helak olduğu günlerdir. Yoksa bizzat günlerin kendisinde uğursuzluk diye bir şey yoktur.

17. Semûd’a gelince onlara doğru yolu gösterdik, ama onlar körlüğü doğru yola tercih ettiler. Böylece yapmakta oldukları kötülükler yüzünden alçaltıcı azabın yıldırımı onları çarptı.
18. İnananları kurtardık. Onlar (Allah’tan) korkuyorlardı.
19. Allah’ın düşmanları, ateşe sürülmek üzere toplandıkları gün, hepsi bir araya getirilirler.
20. Nihayet oraya geldikleri zaman kulakları, gözleri ve derileri, işledikleri şeye karşı onların aleyhine şahitlik edecektir.
21. Derilerine: Niçin aleyhimize şahitlik ettiniz? derler. Onlar da: Her şeyi konuşturan Allah, bizi de konuşturdu. İlk defa sizi o yaratmıştır. Yine O’na döndürülüyorsunuz, derler.
22. Siz ne kulaklarınızın, ne gözlerinizin, ne de derilerinizin aleyhinize şahitlik etmesinden sakınmıyordunuz, yaptıklarınızdan çoğunu Allah’ın bilmeyeceğini sanıyordunuz.
23. Rabbiniz hakkında beslediğiniz zan var ya, işte sizi o mahvetti ve ziyana uğrayanlardan oldunuz.
24. Şimdi eğer dayanabilirlerse, onların yeri ateştir. Ve eğer (tekrar dünyaya dönüp Allah’ı) hoşnut etmek isterlerse, memnun edilecek değillerdir.
25. Biz onlara birtakım arkadaşlar musallat ettik de onlar önlerinde ve arkalarında ne varsa hepsini bunlara süslü gösterdiler. Kendilerinden önce gelip geçmiş olan cinler ve insanlar için (uygulanan) azap onlara da gerekli olmuştur. Kuşkusuz onlar hüsrana düşenlerdi.

Kötü arkadaşların inanmayanlara süslü gösterdikleri şey, dünya işleridir. Çünkü dünyanın yalnız maddi menfaat ve nefsani isteklere uygun tarafını görürler ve sadece onu isterler. Ahiret işlerini de arkalarına atarlar. Dirilme ve hesabı inkar etmekle rahata kavuşacaklarını telkin ederler.

26. İnkâr edenler: Bu Kur’an’ı dinlemeyin, okunurken gürültü yapın. Umulur ki bastırırsınız, dediler.
27. O inkâr edenlere şiddetli bir azabı tattıracağız ve onları yaptıklarının en kötüsüyle cezalandıracağız.
28. İşte bu, Allah düşmanlarının cezası, ateştir. Ayetlerimizi inkâr etmelerinden dolayı, orada onlara ceza olarak ebedî kalacakları yurt (cehennem) vardır.
29. Kâfirler cehennemde: Rabbimiz! Cinlerden ve insanlardan bizi saptıranları bize göster de aşağılanmışlardan olsunlar diye onları ayaklarımızın altına alalım! diyecekler.
30. Şüphesiz, Rabbimiz Allah’tır deyip, sonra dosdoğru yolda yürüyenlerin üzerine melekler iner. Onlara: Korkmayın, üzülmeyin, size vâdolunan cennetle sevinin! derler.

Melekler, ayette vasıfları belirtilen müminlere, zikredilen müjdeleri ölüm sırasında vereceklerdir. Bunu Hz. Ebu Bekir, söz ve davranışla düzgün olmak; Hz. Ömer münafıklık etmemek; Hz. Osman, amelde ihlaslı olmak, Hz. Ali, farzları eda şeklinde yorumlamışlardır. Meleklerin, “korkmayınız” müjdesi, ölüm sonrası ve geçmiş amellerle ilgilidir. “Tasalanmayınız” diye müjdeleri ise, geride bırakılan evlat ve aile ile ilgilidir.

31. Biz dünya hayatında da, ahirette de sizin dostlarınızız.Orada sizin için canlarınızın çektiği her şey var ve istediğiniz her şey orada sizin için hazırdır.
32.Gafûr ve rahîm olan Allah’ın ikramı olarak.
33. (İnsanları) Allah’a çağıran, iyi iş yapan ve “Ben müslümanlardanım” diyenden kimin sözü daha güzeldir?

Ayette vasıfları anlatılan zat, Resulullah (s.a.)’dır. Bazılarına göre ayet müezzinler hakkında nazil olmuştur. Allah’ın davetine uyan ve insanları da uymaya davet eden herkesin de bu vasfın sahibi olacağı belirtilmiştir.

34. İyilikle kötülük bir olmaz, Sen (kötülüğü) en güzel bir şekilde önle. O zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki candan bir dost olur.

Kötülük, en güzel haslet ne ise onunla önlenir. Mesela gazaba sabır, bilgisizliğe hilim, kötülüğe af ile karşılık verilir.

35. Buna (bu güzel davranışa) ancak sabredenler kavuşturulur; buna ancak (hayırdan) büyük nasibi olan kimse kavuşturulur.

Şeytandan gelen kötü düşünce, şeytanın insanı güzel tutum ve davranışlardan uzaklaştırmak için verdiği vesvesedir.

36. Eğer şeytandan gelen kötü bir düşünce seni dürtecek olursa, hemen Allah’a sığın. Çünkü O, işiten, bilendir.
37. Gece ve gündüz, güneş ve ay O’nun âyetlerindendir. Eğer Allah’a ibadet etmek istiyorsanız, güneşe de aya da secde etmeyin. Onları yaratan Allah’a secde edin!
38. Eğer insanlar büyüklük taslarlarsa (bilsinler ki) Rabbinin yanında bulunan (melekler) hiç usanmadan, gece gündüz O’nu tesbih ederler.
39. Senin yeryüzünü kupkuru görmen de Allah’ın âyetlerindendir. Biz onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman, harekete geçip kabarır. Ona can veren, elbette ölüleri de diriltir. O, her şeye kadirdir.
40. Åyetlerimiz hakkında doğruluktan ayrılıp eğriliğe sapanlar bize gizli kalmaz. O halde, ateşin içine atılan mı daha iyidir, yoksa kıyamet günü güvenle gelen mi? Dilediğinizi yapın! Kuşkusuz O, yaptıklarınızı görmektedir.

Ayetler hakkında, doğruluktan ayrılıp eğriliğe sapma hususu, doğruyu kötüleme, tahrife yeltenme, batıl tevillere kalkışma ve manasız tartışmalara girişme şeklinde yorumlanmıştır.

41. Kendilerine Kitap geldiğinde onu inkâr edenler (şüphesiz bunun sonucuna katlanacaklardır). Halbuki o, eşsiz bir kitaptır.
42. Ona önünden de ardından da bâtıl gelemez. O, hikmet sahibi, çok övülen Allah’tan indirilmiştir.
43. (Resûlüm!) Sana söylenen, senden önceki peygamberlere söylenmiş olandan başka bir şey değildir. Elbette ki senin Rabbin, hem mağfiret sahibi hem de acı bir azap sahibidir.
44. Eğer biz onu, yabancı dilden bir Kur’an kılsaydık, diyeceklerdi ki: Ayetleri tafsilatlı şekilde açıklanmalı değil miydi? Arab’a yabancı dilden (kitap) olur mu? De ki: O, inananlar için doğru yolu gösteren bir kılavuzdur ve şifadır. İnanmayanlara gelince, onların kulaklarında bir ağırlık vardır ve Kur’an onlara kapalıdır. (Sanki) onlara uzak bir yerden bağırılıyor (da Kur’an’da ne söylendiğini anlamıyorlar.)
45. Andolsun biz Musa’ya Kitab’ı verdik, onda da ayrılığa düşüldü. Eğer Rabbinden bir söz geçmiş olmasaydı, aralarında derhal hükmedilirdi (işleri bitirilirdi). Onlar Kur’an hakkında derin bir şüphe içindedirler.

Geçmiş sözden maksat,hesabın ve cezanın kıyamet gününe kadar tehir edilmiş olmasıdır. Bu sözden dolayı Kitap’ta ayrılığa düşenler Kitab’ı yalanlayanlar dünyada helak olmuş ve azaba uğratılmışlardır.

46. Kim iyi bir iş yaparsa, bu kendi lehinedir. Kim de kötülük yaparsa aleyhinedir. Rabbin kullara zulmedici değildir.
47. Kıyamet gününün bilgisi, O’na havale edilir. O’nun bilgisi dışında hiçbir meyve (çekirdeği) kabuğunu yarıp çıkamaz, hiçbir dişi gebe kalmaz ve doğurmaz. Allah onlara: Ortaklarım nerede! diye seslendiği gün: Buna dair bizden hiçbir şahit olmadığını sana arzederiz, derler.
48. Böylece önceden yalvarıp durdukları onlardan uzaklaşmıştır. Kendilerinin kaçacak yerleri olmadığını anlamışlardır.
49. İnsan hayır istemekten usanmaz. Fakat kendisine bir kötülük dokunursa hemen ümitsizliğe düşer, üzülüverir.

İnsanın istediği hayır; mal, sıhhat, refah gibi dünyalık arzulardır. Şer ise; fakirlik, mihnet ve sıkıntıdır.

50. Andolsun ki, kendisine dokunan bir zarardan sonra biz ona bir rahmet tattırırsak: Bu, benim hakkımdır, kıyametin kopacağını sanmıyorum, Rabbime döndürülmüş olsam bile muhakkak O’nun katında benim için daha güzel şeyler vardır, der. Biz, inkâr edenlere yaptıklarını mutlaka haber vereceğiz ve muhakkak onlara ağır azaptan tattıracağız.
51. İnsana bir nimet verdiğimiz zaman (bizden) yüz çevirir ve yan çizer. Fakat ona bir şer dokunduğu zaman da yalvarıp durur.
52. De ki: Ne dersiniz, eğer o (Kur’an), Allah tarafından ise siz de onu inkâr etmişseniz o zaman (haktan) uzak bir aynlığa düşenden daha sapık kim vardır?
53. İnsanlara ufuklarda ve kendi nefislerinde âyetlerimizi göstereceğiz ki onun (Kur’an’ın) gerçek olduğu, onlara iyice belli olsun. Rabbinin her şeye şahit olması, yetmez mi?

Ayetteki “ufuklar” kelimesinden insanı çevreleyen dış alemi, “kendi nefisleri” ifadesinden de insanın kendi biyolojik ve ruhi yapısını anlamak mümkündür. Buna göre ayetin manası, “Biz insana gerek kendisini çevreleyen dış alemde, gerekse bizzat kendi maddi ve ruhi yapısında bulunan ve bizim varlığımızı ve gücümüzün mükemmelliğini ısbatlayan delilleri göstereceğiz” demek olur ki, gerçekten, mutasavvıfların “büyük alem” ve “küçük alem” dedikleri bu iki alemle ilgili olarak ilmin tesbit ettiği akıllara durgunluk veren bilgiler, Allah’ın varlığına ve gücünün sonsuzluğuna dair önemli deliller ortaya koymaktadır.

54. Dikkat edin; onlar, Rablerine kavuşma konusunda şüphe içindedirler. Bilesiniz ki O, her şeyi (ilmiyle) kuşatmıştır.

 


 


BU SUREYLE İLGİLİ ÖNEMLİ BİLGİLER

Adı: Adını, 3. âyette geçen “fussılet” kelimesinden almıştır. Secde, Hâ, Mîm ve Mesâbih adları ile de anılan bu sûre, Mekke’de inmiştir. 54 âyettir.

Nüzul Zamanı: Bu sure, muteber rivayetlerden anlaşıldığına göre, Hz. Hamza’nın (r.a) müslüman olduktan sonra ve Hz. Ömer (r.a) müslüman olmadan önceki zaman diliminde nazil olmuştur. Nitekim kadim siyer tarihçilerinden İbn İshak, meşhur tâbi Muhammed b. Ka’b Kurzi’den, surenin nüzul zamanı ile ilgili şunları naklediyor:
“Kureyş’in ileri gelenleri, bir defasında Mescid-i Haram’da oturmuş sohbet ediyorlardı. Aynı zamanda Hz. Peygamber de (s.a) bir köşede yalnız başına oturuyordu. O dönemde Hz. Hamza müslüman olmuştu ve Kureyş’in ileri gelenleri İslâm’ın yayılışından tedirginlik duyuyorlardı. Utbe b. Rebia (Ebu Süfyan’ın kayınpederi) Rasulüllah’ı (s.a) bir köşede yalnız başına oturuyor görünce, yanındaki Kureyş’in ileri gelenlerine dönerek “Müsade ederseniz şayet, gidip Muhammed’le konuşayım ve ona bazı tekliflerde bulunayım.
Bu şartları kabul ettiği takdirde barış mümkün olur ve belki bize muhalefet etmekten vazgeçer” dedi. Kureyş’in ileri gelenleri onun bu teklifini ittifakla kabul edince, o da gidip Rasulüllah’ın yanına oturdu ve sözüne “Ey yeğenim” diye başladı. “Sen kendinin soy ve sülale bakımından ne kadar asil olduğunu biliyorsun. Fakat buna rağmen kavmine musibet getirdin, topluluk içinde ayrılık çıkardın. Üstelik kendi kavmini aptal kabul edyor, onun dinini ve ilahlarını kötülüyor ve bizim atalarımızın kafir olduğu iddiasında bulunuyorsun. Şimdi beni iyi dinle, çünkü sana bazı tekliflerde bulunacağım.” Rasulüllah (s.a) , “Konuş ya Ebu’l-Velid! Seni dinliyorum” dedi. Utbe, “Ey yeğenim, giriştiğin bu işten maksadın zengin olmaksa, hepimizden daha zengin olacağın kadar sana mal verelim. Yok eğer gayen büyüklük ve liderlikse, senin iznini almadan, hiçbir iş yapmaz ve seni kendimize lider seçeriz. Şayet seni bir hastalık ya da cin rahatsız ediyorsa, aramızda para toplayıp çok iyi bir tabib bulalım ve seni tedavi ettirelim” diye konuşurken Hz. Peygamber (s.a) dikkatle ve sessizce onu dinledi, sonra şöyle dedi: “Ey Ebu’l-Velid, söyleyeceklerin bitti mi?” Utbe “Evet” diye karşılık verdi. Bunun üzerine Rasulüllah, “Şimdi sen beni dinle” dedi ve “Bismillahirrahmanirrahim” diyerek Fussilet Suresi’ni okumaya başladı. Utbe arkasına yaslanmış bir halde dinliyordu. Hz. Peygamber (s.a.) 38. ayeti okuduktan sonra secde etti ve “Ey Ebu’l Velid” dedi, “Cevabını aldın, artık gerisini sen bilirsin.” Utbe Rasulüllah’ın (s.a) yanından kalktığında, uzaktan onu görenler “Vallahi Utbe’nin rengi değişti” dediler. Yanlarına gittiğinde ise, “Sana ne söyledi anlat bize” deyince Utbe, “Allah’a yemin ederim ki, daha önce böyle bir söz işitmiş değilim. Vallahi bu şiir değil, sihir değil ve kehanet değildir. Ey Kureyş’in ileri gelenleri! Beni dinleyecek olursanız, onu kendi haline bırakın. İnanıyorum ki bu sözler, bir tesir husule getirecektir. Araplar’ın onu yendiğini farzedelim, o takdirde sizler kendi kardeşinizin kanına girmekten kurtulmuş olursunuz. Yok eğer o galip gelirse, onun iktidarı sizlerin iktidarı, onun şerefi sizlerin şerefi demektir” dedi. Bunun üzerine Kureyş’in ileri gelenleri, “Ey Ebu’l-Velid, o seni de büyülemiş” deyince, Utbe, “Ben kendi kanaatimi söyledim, yine de siz bilirsiniz” diye karşılık verdi. (İbn Hişam, c. I. sh. 313-314)
Bu kıssa, çeşitli muhaddisler tarafından, Hz. Cabir b. Abdullah’tan (r.a) mervi olarak bazı farklılıklarla nakledilmiştir. Nitekim bazı rivayetlerde, Rasulüllah’ın “Eğer yüz çevirirlerse de ki: Ben sizi Ad ve Semud (kavimlerinin başına gelen) yıldırıma benzer bir yıldırım ile uyardım.” ayetini okurken Utbe’nin, telaşla Hz. Peygamber’in (s.a) ağzını kapatmaya çalıştığı ve “Allah hakkı için kavmine merhamet et!” dediği zikredilir.
Utbe bu davranışını, Kureyş’in ileri gelenlerine şöyle izah eder: “Muhammed’in her söylediğinin gerçekleştiğini hepiniz biliyorsunuz. İşte ben de bizim üzerimize azabın geleceğinden korktuğum için ağzını kapatmaya çalıştım.” (Tefsir-i İbn Kesir, c. 4, sh: 90-91) El-Bidaye ve’n-Nihaye c.3, sh: 62)

Konu: Allah’ın nazil ettiği (indirdiği) ayetlerde Utbe’ye cevap verilirken, onun sözleri naklolunmamıştır. Çünkü Utbe’nin sözleri Hz. Peygamber’i (s.a) küçük ve hakir düşürücü idi. Utbe, özet olarak şunları demek istiyordu: “Muhammed’e bu sözlerin vahyolunması mümkün olmadığına göre, o, ya mal için, ya iktidar sahibi olmak için peygamberliği öne sürmektedir, ya da akıl hastasının birisidir. Gerçekten de Utbe, birinci şıkka dayanarak mal ve iktidar hususunda pazarlık etmiştir. İkinci şıkka dayanarak ise, “Sen bir hastalığa yakalanmışsın, seni tedavi ettirelim’ demekle Hz. Peygamber’i (s.a) hakir görerek onunla alay etmek istemiştir. Karşısındaki kişi terbiyesizce davrandığı takdirde, şerefli bir insan, doğal olarak onun terbiyesizliğine aldırmaz ve sadece inandıklarını söylemekle iktifa eder.
Bu surede de, Utbe’nin söylediklerine hiç aldırış edilmeden, sadece iddialarının cevaplandırılmasıyla yetinilmiştir. Kafirler ise yüce Kur’an’ı etkisiz kılabilmek için, inatla şunları söylemektedirler: “Sen, ne dersen de seni dinlemeyiz. Söylediklerine karşı kalbimizi kapattığımız gibi, sana kulak da vermeyiz. Aramızda beraber olmamızı engelleyen bir duvar bulunmaktadır.”
Kafirler, Hz. Peygamber’e açık açık, ellerinden geldiğince kendisinin davetine karşı muhalefet edeceklerini bildirmişlerdi.
Hz. Peygamber (s.a) ve arkadaşları Kur’an okuduklarında, onları kimse duymasın diye bir plan dahilinde gürültü çıkarıyorlardı. Ayrıca Kur’an’ın ayetlerini siyak ve sibakı içinden sıyırarak başkalarının İslam’ın mesajını anlamalarını engellemeye çalışıyorlardı.
Yine, “Arapça ifade edilen bir söz, niçin mucize olsun? Fakat bir kimse durup dururken, yabancı bir dille fasih ve beliğ sözler söylerse eğer, işte o zaman mucize sözkonusu olur. Arapça, herkesin anadili olduğu için herkes onun söylediği sözler gibi bir söz söyleyebilir?” demek suretiyle acaib itirazlarda bulunuyorlardı.
Böylesine körükörüne yapılan muhalefete karşı verilen cevapların özeti şudur:
1) Allah’ın inzal ettiği ve gerçekleri çok açık bir şekilde beyan eden bu kelam Arapça’dır. Cahiller bu kelamda bir ışık görmüyorlar belki ama, akıl sahipleri ondan istifade etmektedirler. Allah’ın bu kelamı nazil etmesi, O’nun rahmetinin bir delilidir. Halbuki bazı kimseler, bunu eziyet ve zahmet zannediyorlar.
Bu Kur’an, kendisini kabul ve istifade edenler için bir müjde, yüz çevirenler içinse bir uyarıdır.
2) Sizlerin kalbleri kapanmış, kulakları örtülmüş ise eğer, Hz. Peygamber’in (s.a.) inanmanızı sağlamak gibi bir zorunluluğu yoktur. O’nun görevi sadece, inanmak isteyenlere tebliğ etmektir.
3) Ne kadar inkar ederseniz edin, yine de sizleri yaratan Allah’ın bir olduğu gerçeği değişmez. Fakat doğruyu kabul eder ve amellerinizi düzeltirseniz, bu sizlerin yararına olur. Yok eğer inkar etmekte ısrar ederseniz, kendi kendinize felaketi davet etmiş olursunuz.
4) Sizler kime ortak koştuğunuzu ve yine neyi inkar ettiğinizi hiç düşünmüyor musunuz? O Allah ki sonsuz büyüklükteki kainatı, yeri ve göğü yaratmıştır. Yeryüzündeki bereket dolu ürünlerden yararlanmakta ve O’nun verdiği rızıklar sayesinde yaşamaktasınız. Fakat tüm bunlara rağmen, O’nun yarattıklarını, O’na ortak koşuyor ve size tebliğ ettiğinde Hz. Peygamber’den (s.a) yüz çeviriyorsunuz.
5) İnkarınızda ısrar ettiğiniz takdirde, Ad ve Semud kavimlerine gelen azabın bir benzerini bekleyin. Suçlarınıza karşılık verilen en büyük azab bu olacaktır. Ayrıca öbür dünyada da cehennem ateşi sizleri beklemektedir.
6) Cinlerden ve insanlardan olan şeytanların, her kötülüğü güzel gösterdiği ve düşünmelerine fırsat vermediği kimseler, ne kadar da talihsizdirler! Üstelik bu şeytanlar, onların başkalarının sözlerini de dinlemelerini istemezler. Bu akılsızlar, bugün küstahlıkta adeta birbirleriyle yarış etmektedirler. Oysa kıyamet gününde birbirlerine düşman kesilerek, dalâlete düşürdükleri için biri diğerini suçlayacak ve fırsat bulabilseler, neredeyse birbirlerini ayaklar altına almaya çalışacaklardı.
7) Bu Kur’an, ayetleri tahkim edilmiş bir kitabtır. Yalan ve iftira atarak karşı koymakla sizler, onun mesajının yayılmasına mani olamazsınız. Yaptığınız gizli ve açık planlar bir yarar sağlamayacaktır.
8) Bu Kur’an, anlayabilesiniz diye kendi lisanınız olan Arapça ile indirilmiştir. Şayet bu başka bir dilde inzal edilmiş olsaydı, o takdirde sizler Araplara yabancı dilden bir kitabın nazil olmasını acaib karşılayacak ve itiraz edecektiniz. İşte bu, sizin kötü niyetinizin ve bahanelerinizin bir ispatıdır.
9) Sizler, Kur’an’ın gerçekten Allah tarafından nazil olabileceği ve o takdirde aldığınız tavır dolayısıyla halinizin ne olacağı ihtimalini hiç düşündünüz mü?
10) Bu gün sizler belki inkar ediyorsunuz ama kısa bir süre sonra bu Kur’an davetinin yayılacağını ve yenilgiye uğrayacağınızı göreceksiniz. İşte o zaman, size bugün anlatılanların hak olduğunu anlayacaksınız.
Muhaliflere bu cevaplar verilirken, aynı zamanda da mü’minlerin ve peygamberin (s.a) yaşadıkları o zor günlerin sorunları üzerinde durulmuştur. Mü’minler için, tebliğ etmek bir yana dursun, imanları üzerinde direnmek bile çok zordu. Öyle ki müslüman olduğunu ilan eden herkes baskı ve zulüm altındaydı. Kafirlerin saldırılarına karşı çaresiz ve savunmasız bir durumdaydılar. Bu durum hakkında şöyle denilmiştir: “Sizler aslında çaresiz ve yalnız değilsiniz. Allah, iman eden ve imanı üzerinde direten kimseleri ahirete kadar korumaları için melekleri görevlendirir.” Ayrıca müslümanlara, “En hayırlı insan, kendisi salih amellerde bulunduğu halde, başkalarına iyiliği tavsiye eden ve müslüman olduğundan ötürü şeref duyan kimsedir,” diye bildirilmiştir.
Hz. Peygamber’in (s.a) her dönemde en büyük problemi, şiddetli muhalefet yüzünden önü tıkanan İslâm’ın, bu engellerin arasından nasıl kurtulacağı sorusu idi. Söz konusu problem hakkında şöyle buyrulmuştur: “Bu muhalefet ve engeller, güzel ahlâkınız ve tebliğ çalışmalarınız sonucunda ortadan kalkacaktır. Sizler, şeytanın kışkırtmalarına alet olmadan Allah’a sığının ve güzel ahlâk ile tebliğinize devam edin.” (Tefhimü’l-Kur’an, Mevdudi)

This entry was posted in Ayetler.
error: Emeğe Saygılı Ol.